Uykuların Doğusu. Hasan Ali Toptaş.

Uykuların Doğusu. Hasan Ali Toptaş. Doğan Kitap, 2005.

Okumanın yalnızca para kazanmayla, ev geçindirmeyle ilişkilendirildiğinde saygın bulunduğu, şair sayısı şiir okuru sayısından fazla bir ülkede, kitaba uzak bir köşede büyüyüp bir yandan devlet memurluğu yaparken bir yandan tükenmez bir inat ve enerjiyle yazan, üreten Toptaş aslında hepimize ders! Okuyan, eli kalem tutan, yazmak yerine köşesinden atıp tutmakla, kimsenin almayacağı akıllar üretmekle tatmin olan tuzukurular için, bizler için bir ders. “Hayatım roman” diyerek iç geçiren, çayından bir yudum alıp efkarlanan, okur gibi yapan, yazmayan, üretmeyen, paylaşmayan, gene de günde kırk vakit büyüklenenlerin ensesine dostça bir tokat, bu Hasan Ali dediğimin yazdıkları.

Uykuların Doğusu, biçemini kendi oluşturan bir anlatı. Klasik roman kalıplarına uymaya çalışmayan, aslında kalıpları değil yalnızca edebiyatı umursayan biri yazınca böyle oluyor. Hasan Ali Toptaş sürekli maraton koşan bir atlet sanki. Yazdıklarını nasıl sınıflayacağımızı dert edemeyecek kadar işine gömülü. İşi, koşmak. İlerideki ayağı yere değerken, gerideki ayağının ucu yerden kalkmış oluyor. İşte Uykuların Doğusu’nda anlatılan da bu: Yazmak, anlatmak, aktarmak, paylaşmak… hayatı anlamlandırmak için. Başka seçeneği olmadığı için.

hasanali

Rastgele seçilmiş bir paragrafına bakıldığında bile Hasan Ali Toptaş’ın imzasını tanıyabileceğiniz roman, tipik bir hikaye gibi geçmişten günümüze doğru akıyor. Yazarın yaşam öyküsüyle örtüştüğü/kesiştiği düşünülebilecek kurgu, aslında başladığı odada bitiyor. Anlatanın, yazarın, kalemin, defterin, masanın ve Haydar’ın bulunduğu odada! “Haydar kim?” derseniz, “romanın yazdıranı” diye yanıtlayabilirim. “Nasıl yani?” diye sorarsanız, “okuyunca anlarsınız” demekten başka bir şey yapamam. Ama çok merak ediyorsanız, “romanın 18inci bölümünü alın, çerçeveleyip karşınızdaki duvara asın” da diyebilirim.

İlk kez bir Hasan Ali Toptaş kitabı okuyacaklara önerim, biçim ve içerik yönünden daha önce okuduklarına benzemeyen bir romanla karşılaşacaklarını bilerek tüm kapılarını, pencerelerini bu farklı rüzgara açmaları olacaktır. Sonunda ne olacak diye merak edilerek değil, her satırının tadına varılarak, her virgülünün ardında uykusuz bir gecenin bulunabileceğini bilerek, sınırları baktıkça genişleyen bir evrende yürüdüklerinin farkında olup tadına varılarak okunacak bir kitap bu. Okumakla geçen her dakika okuyanı daha “insan” yapan bir kitap.

Bu kitabı yaklaşık 10 yıl aradan sonra ikinci kez okudum. Kitabın fiziksel olarak aynı kaldığını varsayarsak, aramızdaki ilişki/etkileşim, geçen zamanın beni ne yönde değiştirmiş olabileceğini gösterecektir diye düşünmüştüm. Eski beni karşıma alıp konuşma şansım olmadığına göre, bu ikinci okumanın beni daha çok sardığını söylememin anlamı olur mu bilmiyorum. İlk okumada altını çizdiğim satırları hala çarpıcı bulmam, değişmeyen yönlerim olduğunu gösteriyor belki. O satırlara yenilerini eklemem ise bu kez daha dikkatli okuduğumu gösteriyor olabilir. Belki de yaşlanan benin ne yönde değiştiğinin ipuçlarıdır bu çizgilerin gösterdiği… Her durumda, sizi etkilemiş bir kitabı yeterince uzun bir aradan sonra (10 yıl kulağa hoş geliyor) yeniden okumanızı öneriyorum. Bu ikinci okuma, yeni bir kitaptan çok daha fazlasını söylecektir size.

Tadımlık:

…dünyanın arzularla kurulup düşüncelerle yıkılan hayali bir tat olduğu… s.13

Kısacası, vakit tamam olunca insanın gövdesi bile terk ediyor insanı. Akıl dediğimiz şey de, uzak ve mahçup bir ışıltı halinde, işte o gövdenin arkasından böyle bakakalıyor. s. 162

Belki de kimilerinin zebani dediği şey bizim tamamlanmış hayatımızdır. s. 163

… bir insanın her şeyi bilebileceğini sanan kıt akıllı adamların, geçmişlerini başkalarının geleceğinden geri almaya çalışan kırkını aşmış çocukların ve hemen her fırsatta yaralı güvercin rolü oynayan kadınların yanı sıra ben uzun ömürlü neşelerle uykulardan da korkuyorum, dedim. s. 204

… gövde aynı zamanda zamandır. s. 210

2 thoughts on “Uykuların Doğusu. Hasan Ali Toptaş.”

Leave a comment